Hikayeyi Baştan Kurmak İçin: "Anlatı Gücü İttifakı: Sergi"

-
Aa
+
a
a
a

Barın Han’da 9 Ocak’ta ziyarete açılacak ‘Anlatı Gücü İttifakı: Sergi’ öncesinde, SPoD’dan Berfin Atlı ve küratörler Onur Karaoğlu ve Alper Turan’la birlikteydik. 

""
Hikâyeyi Baştan Kurmak İçin: Anlatı Gücü İttifakı
 

Hikâyeyi Baştan Kurmak İçin: Anlatı Gücü İttifakı

podcast servisi: iTunes / RSS

 

İlksen Mavituna: Açık Dergi, Apaçık Radyo’da devam ediyor, 8 Ocak bugün. Anlatı Gücü İttifakı’nı konuşacağız, Barın Han’da yarın kolektif sergileri açılıyor. Ayrıntıları almak üzere serginin küratörleri Onur Karaoğlu ve Alper Turan’la, serginin koordinasyonunu üstlenen Berfin Atlı’ya bağlandık; koşuşturmaları içerisinde, açılıştan tam bir gün önce. Hoş geldiniz demek isterim önce sizlere. 

Berfin Atlı: Hoş bulduk.

Alper Turan: Teşekkürler.

Onur Karaoğlu: Hoş bulduk.

İ. M: Sağ olun, koşturma içinde zaman ayırdığınız için, çok da zamanınızı almayacağız ama Anlatı Gücü İttifakı oldukça kuvvetli bir iş olacak gibi gözüküyor. En azından bizim metinden ve kolektifin paydaşlarından anladığımız böyle bir vaadi var. Biraz ayrıntılarına girelim istiyorum. 

Barın Han'da bu hafta kapılarını açıyor sergi. Türkiye genelinde faaliyet gösteren birbirinden farklı hak savunucuları, platform ve derneklerden oluşan Anlatı Gücü İttifakı tarafından kolektif bir süreç olarak başlatılmış bir sergi olması da çok kıymetli, bunu da vurgulayacağız. 

Resimden video yerleştirmelerine, arşivsel materyallerden çok katmanlı hikâye anlatımlarına kadar çeşitli mecralarda üretilen eserler olduğunu da, yine bültenden öğrendik. Bunların da ayrıntılarını küratörlerimiz aktaracak bize. 

Baskıcı retoriklere karşı özgürleştirici hikâyelerin anlatılacağı sergi, Barın Han'da açılmadan bir gün önce. Evet, “ittifakı” konuşarak başlayalım istiyorum; Anlatı Gücü İttifakı. 

Berfin, dilersen burada mikrofonu sana uzatayım. Kimdir bu ittifakın paydaşları ve hangi ortak paydada buluşurlar? Misyonları nedir? Şöyle bir, kabaca değerlendirmeni rica edeceğim.

B. A: Tekrar teşekkürler davet için. Anlatı Gücü İttifakı aslında toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin dayattığı baskıcı ve ayrıştırıcı söylemlere, retoriklere karşı bir araya gelen kollektif bir çabanın ürünü. Bu ittifak Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD) girişimiyle kuruldu. İçerisinde DEMOS Araştırma Kollektifi, Havle Kadın Derneği, Pozitif Dayanışma, KuirGaming, Van Star Kadın Derneği, Politikada İyilik Hali gibi farklı deneyim ve perspektiflere sahip aktörlerin yer aldığını söyleyebiliriz. Her biri aslında farklı temsil alanlarına sahipler; HIV aktivistleri, Müslüman feministler, barış çalışmaları yapan aktivistler, dijital alandaki nefret söylemiyle mücadele etmeye çalışan aktivistler, yine Van’da faaliyet yürüten kadına yönelik şiddetle mücadele etmeye çalışan aktivistler, aynı zamanda sol örgütler ve sendikalarda esenlik halini, iyilik halini tartışmaya açan aktivistler var. 

Her birinin aslında toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama yönündeki inatçı kararlılığı bizi bir arada tutan temel harcı oluşturuyor diyebiliriz. Biz aslında uzun bir süre, yaklaşık 2 senedir, toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerinin ne olduğunu anlamaya çalıştık. 

2000'li yıllardan itibaren Avrupa ve Amerika'da etkili hale gelen bir mobilizasyon tarzı olduğunu fark ettik. Daha çok toplumsal cinsiyet eşitliğine, hatta toplumsal cinsiyet kavramının kendisine, eşcinsel çiftlerin evlilik, üreme ve evlat edinme haklarına, kürtaj hakkına, okullarda verilen eğitimlere ve üniversitelerdeki toplumsal cinsiyet çalışmalarına karşı oluşlarıyla bilinen bir hareket. 

Türkiye bu konuda yarışa biraz sonradan katıldı; İstanbul Sözleşmesi'nden çıkışla, LGBTİQ+ karşı politikalarla… Tıpkı 90'larda Vatikan'ın ve muhafazakar grupların feministlerin ve LGBTİQ+ların aile kurumuna zarar vereceğine dair endişesinin günümüzdeki izleklerini bizler de görmeye başladık. Ortak paydamız aslında hikâyelerin gücüne olan inancımız. 

Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler bir izlek oluşturuyor. Ama bunun dışında hikâyelerin gücüne olan inancımız da önemli bir hattı oluşturuyor. Çünkü bir yandan otoriter rejimlerin ve iktidarın en etkili silahlarından birinin de bizler hakkında ürettiği zararlı anlatılar ve hikâyeler olduğunu düşünüyoruz. 

hikâyeler üretiyorlar ve bu hikâyelere çok farklı mecralarda, okullarda, kürsülerde, meydanlarda rahatlıkla maruz kalabiliyoruz. Örneğin LGBTİQ+lar neslin sonunu getirecek hikâyesi gibi. Bu yüzden, amacımız kendi özgün anlatılarımızı yaratmak ve topluma daha kapsayıcı özgür temsiller sunabilmek. Nitekim anlatı gücü ittifakı olarak yaratıcılığı ve dayanışmayı merkeze alan bir dönüşüm hareketi inşa etmeye gayret ediyoruz. Biraz, herkesin kendi hikâyesini özgürce ifade edebileceği bir dünya kurma misyonuyla ilerliyoruz diyebilirim.

İ. M: Berfin bu arada, söyleşinin başında ihmal ettim: SPoD’u temsilen mikrofon sende şimdi. Kültür, sanat ve akademik çalışmalar koordinatörü vasfıyla burada olduğunu da söylemek lazım.

SPoD öncülüğünde bu ittifakın başladığını söylemiştin, şimdi tam şöyle bir yerden bir ekstra soru sormak istiyorum: Hakim anlatılara karşı, hakim demeyelim o kadar da umutsuz olmayalım ama ana hakkımda daha çok yer bulan ve giderek kitleselleşen, az evvel işaret ettiğin türden karşı pozisyondaki anlatılara karşı bir anlatı stratejisi gütmek, daha doğrusu yeni anlatı biçimlerini ortaya çıkarmak gibi bir derdiniz olduğunu da anlıyorum. Bu mânâda, SPoD bu serginin paydaşlarını bir araya getirirken neleri gözetti? 

Şu yüzden de özellikle sormak istedim: Sahiden çok farklı aktivite alanlarından, aktivizm alanlarından kuruluşları bir arada görüyoruz ittifak içerisinde. SPoD nasıl tasarladı bu ittifakı? Biliyorum iş kolektif ilerledi sadece SPOT tasarlamış gibi de olmasın ama biraz anlatır mısın bu ekibin nasıl oluştuğunu?

B. A: Aslında bir projeye başvurarak oldu. Ama sonrasında ittifak kendi içerisinde projeler üstü bir birliktelik hali kurma motivasyonuyla bir iç sözleşme imzaladı. SPoD bu ittifakı oluşturmaya çalışırken en dikkat ettiği şey birbirimize benzemeyen aktörler olmasıydı. Yani sadece LGBTİQ+lar değil ama feminist hareketten de, farklı bölgelerden de, farklı alanlardan da aktörlerle biraraya gelmek en çok dikkat ettiği şeydi. 

Sonra tabii ittifakın bileşenlerinin formu da değişti. Türkiye'de insan haklarına ve sivil topluma yönelik artan baskıların her biri farklı şekillerde deneyimledi aslında bu baskıları. STK'lar sonra kolektif oldular. Bazıları yolda bir fon kriziyle karşılaştılar. 

Dolayısıyla aslında biraz şöyle okumak gerekiyor. Farklı bir birliktelik hali. Bir derneğimiz de olmadığında, alıştığımız araçlara sahip olmadığımızda nasıl bir araya gelebileceğimizi ve nasıl yeniden üretime geçebileceğimizi hatırlama çabası gibi de okunabilir. 

İ. M: Çok iyi oldu bunu da vurguluyor olmak. Zaten hiçbir zaman olağan zamanlar geçirmiyoruz ama iyice olağanüstü zamanlarda olduğumuzu da bir kere de hatırlamış olduk. 

Şimdi söyleşinin yarısına yaklaşıyoruz aslında, sergideki işlerden de konuşmayı ihmal etmeyelim. Sonra bu genel hatlara döneriz diye düşünüyorum. Küratörlere dönmek isterim bu manada; Onur ya da Alper hanginiz söz almak isterseniz. Onur Karaoğlu ve Alper Turan. Çok katılımlı bir sergi bu. Bu sanatçı grubu kimlerden oluşuyor bir analım isimlerini istiyorum. Bir de bu grubun hani ortaya çıkardığı özellik sizce nedir? Böyle konuşarak başlayabiliriz bu hatta.

O. K: Sanatçıları ben önce sayayım. Sergide Trans Hafıza Kolektifi var, Trans Hafıza Kolektifi de geçtiğimiz yaz Depo’da düzenlenen Trans Onur Haftası sergisinin organizatörleri. Onların o sergide yer alan ama tamamıyla açık olmadığı için gösterilemeyen işlerinden bir seçkiye bu sergide yer veriyoruz. Fatma Belkıs var, Greg Bordowitz var, Necbir Erkol var, Kiki Cinaş var, Marina Papazian var, Zeynep Pekünlü, Belit Sağ, Jilet Sebahat, Üzüm Derin Solak, Serdar Soydan, Furkan Öztekin, Ceyhun Fırat'la beraber bir işbirliği üzerine ürettiği işler var, Can Fııldıran var…

Aslında bu sergiyi de en başta şöyle düşünmüştük. Alper belki onu da anlatır biraz. Bir STK ittifakından bir sergi yapmak için bir talep geldiğinde bu bize de biraz şaşırtıcı gelmişti. Genelde sanatçılar STK'lara gider ve sergiler bir şekilde o hareketle organize edilir. 

Fakat burada bizim en başından beri düşündüğümüz şey şuydu: Bunu kolektif bir sergiye dönüştürürken sanatçıların ittifak birleşenleriyle bir araya gelmesi ve onların böyle ortak bir sürece girmesi, birlikte işte farklı alanlarda çalışan STK'ların süreçlerine dahil olmaları ve oradan edindikleri ilişkiler, iş birlikleriyle iş üretmeleri. En başından beri hep bunu karşılıklı bir kolektif bir sürece nasıl çevirebiliriz, onu düşündük. 

Her sanatçı bunu farklı şekilde devam ettirmek istedi. Bazıları bu STK'larla ittifak birleşenleriyle vakit geçirdiler uzun uzun. Onlardan arşivlerine gittiler. Temmuz ayında başlayan bir süreç oldu, altı ay neredeyse geçti. Ve o sürecin farklı aşamalarında farklı şekillerde bir araya geldik. O ilişkiyi biraz araştırdık. Bu birliktelikle hangi olasılıklar mümkün? Çünkü gerçekten en başından beri bizi en çok etkileyen şey, bu ittifakın bu isimle kurulmuş olması çok güçlü bir hareket alanı veriyor. Anlatı gücüne inanan bir ittifak var ve orada var olan, bu söylemlerin karşısında üretilen şeyler var.  Bu ittifakın bileşenlerin savunduğu şu: Biz gündelik hayatta var oluyoruz ve bu varoluşumuz bizi böyle problemli bir yere getirse de bunun üzerinden nasıl kendi varlığımızı başka yollarla ifade edebiliriz, başka kanallar açabiliriz bununla ilgili başka anlatılar kurabiliriz. 

A. T: Biz bu sergi için çalışırken en başından beri bizim çok önemsediğimiz bir şey bu derneklerin temsil ettiği ve mücadele ettiği alanlardan doğan işler üretmekti. Ve onların isteklerini dinledik. Bazıları doğrudan görünür olmayı önemsiyordu. Yani bu görünürlük siyasetini tartışabiliriz bugün olduğu noktada ya da dünya genelinde. Ama bazılarımız için bu hala çok temel bir gereksinim ve hak. Onları daha gönül kılmak mesela, bir amaçtı. Ve o anlatıları düşünürken mevcut, senin hakim demekten kaçındığın mevcut anlatılara alternatifler sunmak amaçtı, her birimizin dediği gibi. Bunu yaparken de sanat yollarına başvurmak önemliydi. Belki işler üzerinden daha çok konuşabiliriz. Ama şunu söylemek de önemli galiba: Çok uzun zamandır artık Türkiye, queer feminist birlikteliğin farkında. 8 Mart'lar da engelleniyor, Pride'lar da engelleniyor. Bir kamusal alanda yanyana duramayan ve yanyana slogan atamayan bedenlerin karşısında sergiyi bir kamusal alan gibi tahsis etmek ve orada işlerle yanyana gelmek bizim için temel motivasyondu galiba.

İ. M: Evet, bu manada işleri konuşalım isterseniz. Farklı mecralardan üretimler olduğunu söylemiştim. Biraz hayal etmek bâbında tabii ki sergiyi gidip deneyimlemenin yakınına bile varamayız şüphesiz ama; bir gün öncesinde konuşuyoruz. Daha sonra podcastten dinleyenler de sergi devam ediyorsa belki cezbedici olur onlar için diye düşünüyorum. Farklı mecalardan işler, nasıl konuşuyorlar, nasıl bir kamusal alan tahayyülü ya da deneyimi ortaya çıktı bütün bu sanatçıdan işlerin yanyana gelmesiyle? Şöyle bir ufak bir hayali tur yapar mısınız bize?

A. T: Şöyle başlayayım ben. En önemli şeyi söylemeyi unuttuk. Bu işlerin her biri yeni üretimler. Ve hepsi kolektif olarak ve o diyaloglarla doğdu. Günün sonunda şu dikkat çekiciydi bizler için; tüm sanatçıların yapmak istediği üretimler iki boyutlu işlerdi. Fotoğraflar var, yazılar var, baskılar var. Ya da ekran üzerinde deneyimlenen videolar var. Ama bir beden yaratmak, bir obje yaratmak, üç boyutlu bir şey yaratmak onların içinden gelmedi. Bu da çok politik bir durum. Kamusal alanda bir vücut olarak var olmamakla ilgili bence, farklı anlatı yolları bulmak...

Gramer hataları ve sayfanın kenarında kalan anlatılara bakarak yapıyor bunu Zeyno Pekin doğrudan Anlatı Gücü İttifakı'nın toplantı notlarında kenarlara çiziktirilen karalamalar ya da kullanılan 1-2-3 sıralama ifadeleri, oklarla, bunlara yakından bakarak başka bir tarihsellik sundu. 

Necbir Erkoğlu bir yazı yerleştirmesi yaptı ve daha çok gündelik hayatta sürekli karşılaştığımız arızalıdır yazılarını, tuvaletlerde, ATM'lerde, bu şekilde arızalı duran ve öyle kalmaya devam eden ve yerine yenisi gelmeyen ya da düzeltilmeyen şeylere bakıp biraz arızanın içindeki rızayı da göstermeye çalıştı. 

Fatma Belkıs'tan bahsedebiliriz. Fatma Belkıs bir kurmaca ve onun devamında da ikinci bölümü olarak o kurmacayı bir meta anlatıya dönüştüren bir metin yazdı. Bunu broşür formatında koydu. Ve aslında orada tehdit altındaki bir kadının kamusal alanda bir tehditlee karşılaştığındaki sınırlarından bahsediyor. 

O. K: Üzüm Derin Solak’tan bahsedebiliriz. O da ikonik bir queer görsel oluşturmak istiyordu ve bunu da İstanbul Sözleşmesi ile ilişkilendirmek istiyordu. Günümüzde, olduğumuz yerde, o engellenen ya da izin verilmeyen şeye karşı nasıl bir görsel ifade oluşturabiliriz, ikonik bir şekilde, onun bir fotoğrafı yer alıyor. Bir fotoğraf çalışması yer alıyor sergide. 

Belit'in bir video yerleştirmesi yer alıyor. Orada da otosansür konusu oldukça farklı iki perspektifle derin bir şekilde işleniyor. Orada bir sanatçıyla, Sevil Tunaboylu’yla ve Ruken Ay’la bir söyleşi var, aslında birbirleriyle konuşuyorlar. Engelleme, sansür durumunun arasında kalıyor izleyici de. O diyalogların arasında kalıyor. 

Cansu Yıldırım’ın bir fotoğraf yerleştirmesi var. Cansu Havle ile çalıştı, beraber ürettikleri fotoğraflarla, mekanda bayağı hacimli bir yerleştirme kurdu. Yaklaşık 350’ye yakın fotoğraftan oluşan yerleştirmenn içinde çok fazla detay görüyorsunuz. Görünür olmak isteyen ve çalıştıkları dünyayı bir araya getirmeye çalışan bir STK'nın mekana gelmesi, mekanda görünü olması, mekana yerleşmesi birçok detayla beraber çok heyecan verici bir resim. Biraz yanmış bir tuvalin üzerinde, gerçekten kendine ait, yaratmaya çalıştığı çok büyük bir dünyayı açıyor. Çok otobiyografik bir yerden bir resim üretti ve o resmin hacmi değeri ve etkisi bence çok güçlü.

Trans Hafıza Kolektifi’nden bahsettik. Onların sergide farklı zamandaki onur yürüyüşlerinden bir video seçkisi, bir hafıza videosu, bir de aslında dokümanlar, farklı zamanlardan gelen arşivlerden oluşturduğu bir masası var. Orada da serginin zamansal olarak farklı yerlere gitmesini sağlayacak bir sürü materyal var. Onlar da çok heyecan verici. Bir de serginin anlatı üzerine kurulu olmasından dolayı başka bir boyutu da olsun istedik. 

Orada da daha çok pratik yazı olan sanatçılarla çalışmayı istedik. Serdar Soydan, Marina Papazyan ve Jilet Sabahat sergi için farklı şekillerde, farklı formlarda metinler ürettiler

A. T: Unuttuğumuz kişileri anlamak istiyorum sadece: Furkan Öztekin, Ceyhan Fırat'la -bir trans şair, aktivist ve sanatçıyla uzun süredir bir işbirliği yapıyordu zaten- Ceyhan Fırat'ı kaybettikten sonra Furkan şimdi ona yaptığı daha önceki işbirliklerine ve kendisine miras kalan Ceyhan-Fırat arşivinden çıkan şeylere nasıl güvenilir bir anlatıcı olarak bakabileceğini sorguladığı bir kolajlardan, resimlerden oluşan bir yerleştirme yapıyor. 

Greg Bordeaux bu serginin tek Türkiyeli olmayan sanatçısı. Greg sanat ve aktivizmin ve birinci AIDS krizi döneminde ortaya çıkan sanatsal üretime dair bir işle. Dünya genelinde sanatın anlayış ve üretim biçimini çok değiştirdiği için onu dahil etmek bize de sanki o geçmişe ve o mücadeleye biraz dönemler arası, kuşaklar arası ve sınırlar arası bir selam vermek gibi oldu. 

İ. M: Sergi de henüz açılmadığı için benim de afektif bir izlenimim yok. O yüzden çok da katkıda bulunamıyorum. Dışarıda kalmasın dediğiniz bir şey varsa, tarif varsa serginin tırnak içinde, bunu da söyleyebiliriz.

O. K: Serginin bir de kamusal programı olacak. Cuma günü İstanbul dışından gelen iki sanatçı Ruken ve Belit'in ürettikleri video işi, bu serginin ürettikleri yeni video işiyle ilgili bir konuşma olacak. Burada da sansür ve imajın engellenmesiyle ilgili bir sohbet olacak. 

Sonra da İttifak'ın İstanbul dışından gelen birleşenlerinden biri KuirGaming. Onunla da bir ittifakın bu süreç içinde nasıl yer aldığına dair bir söyleşi olacak. Cumartesi günü de yine İstanbul dışından gelen sanatçılarla; Belkıs, Necbir ve Furkan'la kendi üretim süreçleri hakkında bir söyleşi olacak. Sonraki haftalarda da işlerin üzerine hem sanatçılarla hem ittifak bileşenleriyle konuşmalara devam edeceğiz. 

Hem bu sürecin nasıl işlediğini konuşacağız. Hem de bu serginin ürettiği olası açılımlar, anlatı yolları üzerine de konuşmak için böyle bir alan yaratmak istiyoruz. Serginin açık kalacağı sürede 9 Ocak 9 Şubat arası. O süreçte Cumartesi günleri ağırlıklı olarak bu programları yapacağız. Zoom'da da buluşmalar olacak. O programı takip edebilir ilgilenenler gelecek haftalar içinde. Sergi devam ederken olası konuşmalar, karşılaşmalar ve gelecekle ilgili olasılıkları düşünmek için bir yol olacak gibi gözüküyor.

İ. M: Takip edeceğiz biz de bu etkinlikleri. Açık Dergi’de de duyururuz Anlatı Gücü İttifakı'nın Barın Han'daki sergisi sürerken olup bitecekleri. Umarım kaçırmadan aktarırız, sizlerle de irtibatta kalarak. 

Bir kere daha hatırlatayım. Anlatı Gücü İttifakı sergisi açılmadan bir gün önce küratörler Onur Karaoğlu ve Alper Turan'la serginin koordinatörü Berfin Altın Spod'dan, Açık Dergi'de bu akşam konuğumuzdu. 

Süremizi sonlandırıyoruz. Son sözlerinizi almayı umut ediyorum sizden. Aslında deneyimimiz -mâlum- ortak, son yıllarda giderek sertleşiyor olduğunu gördüğümüz bir genel tutum var.  Özellikle görünürlük siyasetinin de bu taraftan da bir krizde olduğunu, ben en azından güncel sanat çevresini izleyen birisi olarak söyleyebilirim. Kapatılan sergiler, hatta onca emekle ortaya konmasına rağmen kitlesini kısıtlamak zorunda kalan üretimlerden bahsetmenin de çok acı olduğunu düşünüyorum. Biraz daha objektif bir izleyici tarafında kalarak. Siz serginin bugün izleyiciye sunulmasının önemi hakkında neler söylemek istersiniz? Tüm bu bağlamı aklınızda tutarak.

B. A: Ben biraz şöyle yani düşünüyorum, görünürlük siyasetinin krizinden bahsettiğimizde bunun sadece fiziksel görünürlükle ilgili ya da bununla sınırlı olmadığını vurgulamak önemli geliyor. Çünkü bugün görünürlükle manipülasyon arasında ince bir çizgideyiz ve burada sıkıştırılıyoruz gibi. Bazı hikâyeler görünür olduğunda farklı araçlarla Hemen ardından saldırıya uluyor, itibarsızlaştırılıyor ya da ötekileştiriliyor. Bu durumda bizim gibi gruplar için, farklı kesimler için yeni ve karmaşık bir mücadele alanı yaratıyor. 

Senin hakim anlatılar olarak tariflediğin, benim de katıldığım aslında, gücünü yalnızca bu düzenin araçlarından değil, bu oluşan sessizliğin kendisinden de alıyor. Biz bu sergi aracılığıyla, Anlatı Gücü İttifakı olarak, bu hikâyelerin hem susturulduğu, hem çarpıtıldığı, hem de yeniden üretildiği yerlerde yeni bir dili aramaya çalıştık. Doğrudan, arkadaşlar özetledi ama, direnişi merkeze alan işler var. Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerinin neden olduğu acı ve travmalara dair de doğrudan yüzleşmeler var. Bir yandan da, estetik yaratıcılığı öne çıkaran ve anlatıyı daha geniş kitlelere ulaştırmaya çalışan işler de var. Şununla bitirmek isterim; biz ziyaretçilere bir çağrı yapıyoruz. Bu hikâyeleri sadece dinlemeye değil, aynı zamanda bu hikâyelerin sorumluluğunu paylaşmaya yönelik bir çağrı, diyerek bırakabilirim.

İ. M: Çok teşekkürler Berfin. Onur ve Alper siz neler söylemek istersiniz kapanışta?

O. K: YBöyle bir dönemde böyle bir sergi yapıyor olmak önemli ama bir yandan da biz küratörler açıların üretim süreçlerinde olabildiğince rahat, özgür ve istediklerini üretebilecekleri bir alan oluşturmaya da çalıştık. Onun çok hassas bir dengesi var şu an.Neyi ne kadar yapmalıyız, neyi ne kadar konuşabiliriz, iş ne kadar oralara gidebilir gibi konuları konuşmak acı olsa da, bunu şu an yapmanın bir yolunu bulmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Zor şeyleri konuşuyoruz, zor şekillerde konuşuyoruz ama bunu yapmanın çok önemli olduğunu söyleyelim. Ben kendimi iyi hissediyorum, motive görüyorum ama başka da ne yapabileceğiz bilmiyorum. O yüzden bu sürecin çok önemli, değerli görülmesi ve konuşulması gerektiğini de düşünüyorum. O yüzden bu sergiyi görmesini isterim herkesin. Üzerine konuşmak isterim. Buradan nereye gidebiliriz, hangi yolları, hangi olasılıkları araştırabiliriz görmek önemli geliyor bana.

A. T: Ben de küçük bir şey eklemek istersem. Belki bu bizim sergimizde başka bir alanda asla söyleyemeyeceğimiz birçok konu, gri alan var. Belki bu noktada Barın Han’a teşekkür etmemiz gerekiyor. Çünkü sadece onlar bunu yapmaya cesaret edebildi.

Ve bir şekilde bunları kamusallaştırmak, konuşmamaya çok alıştığımız, konuşmamaya çok alıştığımız, kamusal olarak duymayı unuttuğumuz şeyleri alan yaratabilmek önemli bir zafer gibi geliyor. Sanat dünyayı değiştirmeyecek ama bu alanlara ihtiyacımız var. O yüzden teşekkür ederiz bu örneğine. Size de teşekkür ederiz.